Zamanın Yetersizliği Üzerine

“Vakit bir türlü geçmezken
Yıllar, hayatlar geçiyor…” (bkz. Paramparça)

“Bitene kadar bitmez hayat
Bitti mi de biter ama” (bkz. Rapsodi İstanbul)

Zamanın yolcusuyken kapıldığımız bir yanılsama hali bu.

İnsan telaşlı olup; yetişemediği / yetişemeyeceği hissine hayatı boyunca değişen sıklıklarda kapılabilir. Bunun nedeni, ölümlü olmasında saklıdır.

Oysa zaman ölümlü oluşumuza da, yanılsamalarımıza da tümüyle kayıtsızdır. Sadece akar. Kalitesi durmadan değişir. Hem hep aynıdır. Hem de asla aynı değildir. Hem çok şey değişir. Hem de hiçbir şey değişmez.

Bütün o dinamizm içerisinde insan belli hedefler belirler ve onlara koşarak zaman geçirir. Her ulaştığında bulduğu şey, kendine ait yeni bir parçadır aslında. Oysa beklediği bu değildir ve olmamıştır. Koşarken varacağı yeri düşlediğinde hissettiği hazır bir mutluluk ve tatmin beklentisi vardır.

Zamanı düz bir çizgi gibi algıladığımızda bize hissettireceği şeyler boşluk, anlamsızlık, yorgunluk, yarışma baskısı, çatışma gibi olumsuz duygulardır. Bir A4 kağıdına enlemesine bir çizgi çekmeye başladığımızı düşünelim. Kağıt bizim hayatımızı, çektiğimiz çizgi ise hayatımız boyunca yaptıklarımızı simgeliyor olsun. Biz çizgiyi ağır ağır çekerken, bir başkasının da hemen arkadan sildiğini düşleyelim. Tıpkı gerçekte de yaptıklarımızın hemen tarihe karışması gibi… Çizgi silinirken, sayfanın da sonu yaklaşır. Akılda yapılacaklar listesi upuzundur oysa.

Sanki zaman düz bir çizgide ilerliyormuş gibi böyle listeler yapmak yerine, zamanı bir çember olarak düşünürsek; bizden önceki insanların düştüğü yanılgılardan ders alacak kadar, öğrenmeye ve zaman yönetimine kıymet veren insanlar olabilirsek; o çemberi anlamlı bir yürüyüşle tamamlamak gibi bir lükse ulaşırız.

Zira çizginin sonu vardır ve bu sonluluk panikletir, hata yaptırır insana. Oysa çember sonsuzdur. Aslımıza rücu eder dururuz. Her yerden kaçabiliriz, herkese yalan söyleyebiliriz. Kendimize asla. Yani daha basitleştirecek olursak; elbette insanın yapmak, başarmak, öğrenmek istedikleri vardır ve olmalıdır. Ama bunlar amaç haline gelirse insanı anlamsızlığa sürükler. Günün sonunda anlam dediğimiz şey, bizim kelimelerimizle zihnimizde imleyebildiğimiz kadardır.

Bir yağlıboya doğa resmine, ya da insan manzaralarına bakıp; “bir şey yok işte, ağaçlar, deniz filan.” ya da “öylesine gülen insanlar var.” şeklinde yorum yapmak vardır; bir de o resimlere uzun uzun bakarken düşünmek; şeyler arasında bağlantı aramak; ressamın ruh halini, duygu ve düşün dünyasını hayal ederek daha sofistike bir yorum yapmak vardır. Tabii bunları yapabilmek için de bir zahmet ressamın ne yaşadığını okumuş olmanız gerekir ki, yaptığınız şey üfürme değil, idrak ederek yorumlama olsun.

Koştuğumuz hedefleri zihnimizde anlamlı bir bütüne varacak şekilde, doğru kelimelerle imleyemiyorsak, söylediğimize yürekten inanamıyorsak; o hedeflere varmanın bomboş hissettirmesinden başka ne vardır bizi bekleyen? Resme bakan fakat anlamayan, “işte ağaçlar, deniz filan” diyen insandan daha fazla, daha derinlikli ne hissedebiliriz?

Zamanla ya da başkalarıyla yarışmanın sonunda kimse kazanmaz. Yeni bir şey bulmaz. Bulunan şey hep kendi kayıp bir parçamız olacaktır.

O kayıp parçayı bulmakla mutlu olduğunda erinç hisseder insan. Anlamsız şekilde birileriyle yarıştığında değil. Kanıtlamak için kendini paraladığında değil. Zamanı yeneceğini sanarak durmaksızın koştuğunda değil. Zamana ve kalitesine hiç güvenmeyip sürekli kontrol edeceğini sandığında değil.

Kimi insana dünyaları da verseniz mutlu olmaz. Kiminin mutluluğunun kökü o kadar derinlerdedir ki, söküp almaya kimsenin gücü yetmez. Üstelik, görünüşte mutlu olmasını sağlayacağı zannedilen dünyalara sahip olmasa bile.

Sözün özü, her şey bakış açısında gizlidir. Kısıtlı sayıdaki aynı kelimelerle düşünerek meseleyi anlayamayız. Çok derin, anlamlı, estetik kelimeler ve işaret ettikleri kavramlar var. Onları öğrenmek, içselleştirmek çok şeyi değiştirir. Yetersizlik / yetişememezlik hisleri yerini, okyanuslardan taşıyor; gökyüzünden sağanak halinde boşalıyor gibi hissetmeye bırakabilir. Yeterli olmak budur.