“Pek çok kişi mantığı sevmez, onlara bu söylediklerim önemsiz görünür. ‘Mantık başıboş bırakılırsa, bütün heyecanları öldürür’ diye bir sav vardır. Bence bu düşünce, akıl yürütmenin yaşamımızdaki yerinin yanlış anlaşılmasından kaynaklanmaktadır. Mantığın amaçlarından biri de, insana zararlı olan heyecanlara engel olmanın yollarını bulmaktır, ama işi heyecan uyandırmak değildir. Nefreti ve çekememezliği en aza indirmenin çaresini bulmak, mantıksal psikolojinin görevlerinden bir tanesidir. Bu duyguları azaltmaya çalışırken, mantığa uygun olan duyguların da zayıflayacağı doğru değildir. Aşk, evlat sevgisi, arkadaşlık, iyilikseverlik, kendini bilim ya da sanata verme gibi heyecanlarda mantığın azaltmak isteyeceği hiçbir şey yoktur. Mantıklı olan biri, bu heyecanları duyduğu zaman sevinir ve onları azaltmak için hiçbir şey yapmaz. Çünkü bütün bu heyecanlar iyi yaşamın öğeleri, yani mutluluk sağlayıcıdır. Hiç kimse mantıklı olursam yaşamım tatsızlaşır diye korkmasın. Tam aksine, mantıklı olmak, manevi bakımdan dengeli olmaktır; mantıklı olan, iç çatışmalarıyla uğraşandan daha özgür bir bakışa sahiptir ve enerjisini dış amaçlara yöneltme olanağı vardır. İçe kapanmaktan daha sıkıcı, dikkati ve enerjiyi dışa yöneltmekten daha neşelendirici hiçbir şey yoktur.
Geleneksel ahlakımız, gereğinden fazla içe kapanmaya yol açar; dikkatin böyle yanlış bir biçimde kendimizde toplanmasında günah anlayışının da payı vardır. Bu hatalı ahlak anlayışının neden olduğu öznel ruh durumlarına düşmemiş olanlar için mantık gereksiz olabilir. Ama hastalığa tutulmuş olanların* (*herhangi bir akıma körü körüne kapılanlar olarak alabiliriz bunu) iyileşmek için muhakeme güçlerini kullanmaları şarttır. Belki de hastalık, zihinsel gelişmenin, aşılması gerekli olan bir evresidir. Bana kalırsa, muhakeme gücünü kullanarak hastalığı geride bırakan biri, hiç hastalık ya da tedavi görmemiş olandan üstündür. Günümüzde yaygın olan mantık ve muhakeme düşmanlığı, bunların yeterince kavranmamış olmasından kaynaklanmaktadır. Kendisiyle çekişme içinde olan biri, dikkatini başka yönlere çekecek şeyler ve heyecan arar; tutkulardan hoşlanır ama bu hoşlanma sağlam temellere dayanmaz, ona kendisini unutturur ve düşünme yükünden kurtarır. Her tutku onun için bir sarhoşluktur ve gerçek mutluluğun ne olduğunu bilmediği için de sarhoşluğu acıdan kurtulmanın tek yolu olarak görür. Oysa bu, derinlere işlemiş bir hastalığın belirtisidir. Hasta olmayan biri bütün bu yeteneklerini kullanmasını bilir ve bundan büyük mutluluk duyar. Zihnin iyi işlediği ve pek az şeyin unutulduğu durumlar büyük hazların duyulabilmesine elverişlidir. Ve bu, mutluluğun mihenk taşlarından biridir. Şu ya da bu sarhoşlukla sağlanabilen yapay mutluluklar doyurucu olmazlar. Gerçekten doyurucu olan mutluluklar, yeteneklerin tam olarak kullanılabildiği ve dünyanın doğru olarak algılanabildiği şartlarda mümkün olur.”
bkz. Mutlu Olma Sanatı